Gerek kıyı şeridini boylu boyunca yatay olarak kesen And Dağları, gerekse yüksek rakımlarda süren yaşamı ile Güney Amerika’nın en kendine has ülkesi Peru. Türkiye’den oldukça uzun ve aktarmalı bir uçuş ile varabildiğim başkent Lima, aslında tipik bir Akdeniz liman kentini andırıyor. Fakat sürekli olarak gri bulutların hüküm sürdüğünü öğrendiğim de hayli şaşırıyorum. Bir ekvator ülkesi olması, deniz seviyesinde olmasına rağmen bu şehirde neredeyse hiç yağmur yağmıyor ve hiç aşırı sıcaklar olmuyormuş. Nedeni; kıyı şeridi boyunca yatay uzanan And Dağları. Okyanusun suyu çok soğuk, dağlar doğudan gelen rüzgarları kesiyor ve böylece yağmur yoğunlaşıp düşemiyor. İroniye bakın ki And Dağları’nın öte tarafı dünyanın en çok yağmur alan bölgesi, Amazon Ormanları. Şehirde kuraklık öylesine hissediliyor ki bir semtin yeşilliği, parkları, bahçeleri arttıkça o semtin daha zengin olduğu biliniyor. Çünkü şehir ancak yapay olarak yeşillendirilebiliyor ve bunun için de sürekli sulama yapmak gerekiyor.
Lima, bir dönem İspanyolların koloni merkezi olması sebebiyle günümüzde ülkenin diğer şehirlerine oranla daha gelişmiş. Aslında uzun bir uçuş sonrası yüksek rakımlara çıkmadan biraz yorgunluk giderip Peru’nun atmosferine alışmanız için ideal. Ama bu şehre gelmişken de şehrin modern tarafı Miraflores sokaklarında biraz yürümek, Parque del Amor‘da ( Aşıklar Parkı ) muhteşem Pasifik Okyanusu manzarasının keyfini çıkarmak, Larcomar Alışveriş Merkezi’nde okyanusa karşı birşeyler atıştırmak ve tabii ki şehrin tarihi merkezi San Martin meydanını gezmek için de kendinize bir fırsat tanıyın. Ayrıca dünyaca ünlü gurme restoranları ile ağzının tadını bilenlere çok geniş olanaklar sunuyor. Bu garip iklim koşulları balık çeşitliliğinin artmasına neden olmuş. Şehirde gurme dükkanlarına bolca rastlayabilirsiniz. Hatta Eski postanenin ilk katı Gastronomi Müzesi. GDO’nun ülkeye hiç girmediğini düşünürsek tüm sebze, meyve ve bakliyatin doğallığı da bu zenginliği pekiştiriyor. O kadar çok ünlü restoranı var ki hangi birine gideyim diyebilirsiniz, benim size önerim mutlaka Huaca Pucllana’yı listenize almanız. Hem Peru mutfağının farklı tadlarını bulabileceğiniz, hem de bir İnka Tapınak kalıntısının ortasına kurulmuş farklı atmosferi ile gitmenize değer bir restoran.
Lima’dan sonra yaklaşık birbuçuk saatlik bir uçuşla Cusco’ya varıyorsunuz. Cusco, 3400 metre rakımıyla, havalimanına indiğiniz anda size hafif bir baş dönmesi ile merhaba diyor. Oldukça deneyimli bir rehber ile seyahat ettiğimiz için bize ilk önerisi havalimanının hemen çıkışında yer alan küçük bir dükkanda koka yaprağı çaylarından içmemiz oldu. Peru’ya seyahat etmeye karar verenlerin en büyük korkusu “yükseklik hastalığı”ndan etkilenip etkilenmeyecekleri oluyor. Açıkçası ben de aynı korkuyu taşıyordum ama bilmelisiniz ki bunun bir çaresi var. Öncelikle Lima’da hemen hemen her eczanede bulabileceğiniz özel haplar bulunuyor. Tamamen bitkisel, hiçbir ilaçla olumsuz etkileşimi olmayan bir ilaç bu. Yüksek rakımlarda vücudun oksijensiz kalmasına verdiği tepki aslında yükseklik hastalığı ve bu ilaç vücudunuzda oksijeni tutuyor. Günde iki kez, bünyenize göre üç kez alabiliyorsunuz ve etkisinin oldukça iyi olduğunu söyleyebilirim. İkincisi her restoran ve otelde sıkça rastlayacağımız koka yaprağı çaylarından bol bol içmek. Bir üçüncüsü ise ilk etkilendiğiniz bölgeden 400 metre aşağıda bir bölgeye inmek. Çünkü oksijensiz kaldığına dair alarm veren vücudunuzu kandırmış oluyor ve rahatlamasına sebep oluyorsunuz. Ayrıca yine her otelde hatta otobüslerde bile bulunan oksijen tüplerinden yararlanabiliyorsunuz. Evet kesinlikle normal bir yükseklikte olduğunuz gibi hareket edemiyorsunuz ama yavaş ve ağır hareketler ile sorunu hiç yaşamadan dönebilirsiniz. Ben tüm bu söylediklerime dikkat ettim ve gerçekten hiçbir sorun yaşamadan 4100 metreleri bile rahatlıkla aştığımı söyleyebilirim.
Yükseklik hastalığına yakalanmamak için Cusco gezimi sonraya bırakıyor ve öncelikle yaklaşık beş yüz metre aşağı bir rakımdaki “Kutsal Vadi”yi gezmeye gidiyorum. Derler ki; Kutsal Vadi’ye inmeden önce vadiyi görebileceğiniz bir yükseklikte durun ve bulunduğunuz süre içerisinde sizi mucizeleri ile zenginleştirmesi için vadiye dilekte bulunun, teşekkür edin. Yerlilerin vadiyi kutsal kabul etmelerinin özünde bu kadar yüksek bir rakımdaki düzlük arazinin yaşamlarını devam ettirebilmeleri için tarım ve hayvancılığa olanak sağlaması. Vadinin ortasından geçen ve vadiye bolluk ve bereketi getiren Urubamba Nehri’ni de yine aynı şekilde kutsal kabul ederler. Artık Peru’nun yerli halkı ile daha içiçe olacağınız ve İnkaların etkilerini daha yoğun hissedeceğiniz bölgesinde olduğumuzu söyleyebilirim. Yerli halk, bugün halen geleneklerine bağlı olarak yaşıyor. Bizim bir nevi köy olarak ayırımımızı onlar komite olarak adlandırmışlar. Her komitenin ayrı kıyafetleri ve şapkaları bulunuyor ve baktıkları zaman birbirlerini ayırt edebiliyorlar. En çok ilgimi çeken de kadınların şapkaları ile kurdukları iletişim biçimiydi; kullandıkları şapkaya göre ben evliyim, ben bekarım ve evlenmek istiyorum veya ben bekarım ve hayatımı bu şekilde devam ettirmek istiyorum gibi anlamlar taşıyormuş.
Yerli halkın çok eski zamanlardan bugüne, ticaret amacı ile ürün değişimi yaptıkları en ünlü pazar yeri, Pisac. Peru’ya özgü her türlü hediyelik eşyayı en uygun fiyatlarla bulabileceğiniz bu pazara mutlaka 2-3 saatinizi ayırın, pazarın hemen yanındaki Çikolata Müzesi’nden de harika kakoa ve çikolatalardan almadan geçmeyin derim.
Moray tarlaları ve Maras tuz madenleri, Peru’yu anlamanız için mutlaka ziyaret etmeniz gereken yerlerin başında geliyor. Moray, yerli dilinde “amoraya” yani “hasad” anlamına geliyor. İnkaların bundan yüzlerce yıl önce kurduğu botanik bir laboratuar aslında Moray Tarlaları. Yukarıdan aşağı bir amfi tiyatro şeklinde düzenlenmiş teraslarda farklı mikro klimalar yaratarak tohumları ayrıştırıp deneyler yapmışlar. Güneşin ve rüzgarın geliş yönlerini farklı açılardan hesaplayarak her teras arasında farklı iklim koşulları yaratmışlar. İnkaların hüküm sürdüğü Bolivya’dan Arjantin’e, Amazon Ormanları’na kadar tüm bölgelerde yetişen sebze ve meyvelerin tohumlarını getirerek hangi meyve ve sebzenin hangi zamanda hangi koşullarda daha rahat yetişebildiğini hesaplamaya çalışmışlar. Bugün hepsi üretilmese de Peru’da 3000 den fazla çeşitte patates, 30 çeşit mısır, 25 çeşit quiona bulunuyor. İnkalar bu sayede 3000 – 4000 metre gibi oldukça yüksek bölgelerde bile tarım yapabilmişler.
Yaklaşık 3000 tane küçük havuzdan oluşan Maras tuz madenleri, İnkalara hayran kaldığım bir başka buluşları. Yeraltından çıkan tuzlu maden sularını bu kuyularda biriktiriyolar ve kuraklık zamanında su buharlaşarak sadece tuzu kalıyor. Dünyanın en eski ve en büyük tuz tesisi. İnkalar yemeklerini genellikle tuzlu yemedikleri için bu tuzları etlerin ve sebzelerin kurutularak saklamasında ve para yerine başka ürünlerle değiş tokuş yapmak amacıyla kullanmışlar.
Güneşin çocukları İnkaların gizemi
Jhames Churchward’ın “Kayıp Kıta Mu” kitabını okuyanlar Mu kıtasındaki eşsiz uygarlığın adının “Güneş İmparatorluğu” olduğunu hatırlayacaklardır. Bazı araştırmacılar kendilerine “Güneşin çocukları” adını veren İnkaların bu uygarlığın devamı olduklarını varsayıyor. Güney yarımkürenin en büyük ve güçlü uygarlığı İnkaların 1200 yıllarında And Dağları’nın yüksek tepelerinde ortaya çıktıkları sanılıyorsa da imparatorluğun temellerini atan kabilelerin yaşamları çok daha eski tarihlere dayanıyor. Ortalama yüksekliği 4000 metre civarındaki And Dağları üzerinde bugunkü Peru, Bolivya, Şili, Arjantin’i de içine alan geniş bir coğrafyada yaşamışlar. 400 yıl gibi bir süre hüküm sürmüş bu uygarlık İspanyolların saldırılarıyla çok kısa zamanda tam anlamıyla işgal edilmiş ve o koskaca uygarlık tüm gizleriyle tarihin bilinmeyen sayfalarında yerini almış. İnkalarda altın çok önemliymiş tapınakların içleri saraylar hep altından eşyalar ile doluymuş. İspanyol istilacılar böylesine zengin bir kültürü hızlıca yağmalayarak bu güçlü uygarlığın birçok yönünün gizler altında kalmasına sebeb olmuşlar. Ayrıca İnkalara göre yazı yazmak kutsal değilmiş bu sebeple çoğu bilgi maalesef zaten hiç yazılmamış.
Kayıp şehir, Machu Picchu
Machu picchu’ya yerel ve oldukça şirin kasaba Ollantaytambo’dan kalkan tren ile gitmeniz gerekiyor. Dar bir geçit olduğu için karayoluna olanak vermiyor. Ya da 3-4 gün süren treking rotası ile varabiliyorsunuz. Belli noktalardaki treking kampları ile ihtiyaçlarınızı giderebiliyorsunuz. Panoramik tren ile yaptığınız yolculuk süresince bu noktaların bazılarını görebiliyorsunuz. Yol boyunca öyle eşsiz doğa manzaraları ile karşılaşıyorsunuz ki daha Machu Picchu’ya varmadan büyüleniyorsunuz.
Machu Picchu, 1911 yılında Amerikalı arkeolog Hiram Bingham tarafından keşfediliyor. Aslında antik kentin bu kadar geç keşfedilmesinin sebebi zaten bulunmamak üzere inşa edilmiş olmasından kaynaklanıyor. Cuzco şehrinin minyatürü şeklinde, güneş bakireleri için tapınma ve eğitim alanı olarak yapıldığı tahmin ediliyor. Özel olarak seçilen kişiler tarafından herkesten gizli tutularak inşa ediliyor. Manastır konumundaki bu kent, önceleri güneş bakireleri olarak seçilen genç kadınların yaşadıkları kutsal bir yermiş. Sonrasında güneşin oğullarının sarayı yani İnka hükümdarlarının düşmanlarından korunmak için gizlenme yeri olmuş konumu ve gizli inşası sebebiyle. İspanyollar tarafından hiçbir şekilde bulanamış. İspanyollar bölgeye geldiklerinde çok kutsal bir tapınağın ismini duyuyorlarmış, aramışlar ama hiçbir şekilde ulaşamamışlar. Machu Picchu, bugün halen çok önemli bir enerji merkezi olarak kabul ediliyor.
İnkaların başkenti Cusco, kendine has atmosferi ile sizi tek kelimeyle hayran bıraktırıyor. Tipik İspanyol koloniyel kent görünümüdeki bu şehrin meydanında oturup saatlerce geleni geçeni izleyebilirsiniz. Yerel pazarı, harika restoranları ile keyifli ama Lima’ya göre daha yöresel bir şehir. Peru’da olduğunuzu sonuna kadar hissettiğiniz bir şehir Cusco. Mükemmel bir formda kesilen antik taşları kullanarak inşa edilmiş binaları ile size halen bir İnka şehrinde yaşamış olduğunuz izlenimi bıraktırıyor. Şehir merkezinin yanı sıra en yakın noktadaki Puca Pucara ve Sacsayhuaman Kalesi mutlaka gezmenizi önereceğim bölgeleri. Sacsayhuaman Kalesi, Peru’da beni en çok etkileyen yerlerden birisi oldu. Bugün halen 80 ton ağırlığındaki kayaların öyle muntazam bir şekilde nasıl üstüste getirildiğini açıklayamıyor bilim adamları. Kalenin büyüleyici atmosferinden daha kurtulmadan 10 dakika mesafedeki Puca Pucara’da önceden organize ettiğim yerli bir şamanın yönettiği ayine katıldım. İçinde bulunduğum bölgenin atmosferine tam anlamıyla teslim olarak muhteşem bir arınma ayini gerçekleştirdim diyebilirim.
Günnur Gündüz Ayar
Gentleman Dergisi / Ekim 2017 sayısı
@nuruseyyah