Afrika’ya yolum ilk kez beş yıl önce düştü, açıkçası bu kadar etkileneceğimi hiç tahmin etmemiştim. Güney Afrika sonrasında Kenya ile devam etti maceram. Bu kez biraz daha derinlerine inme isteğiyle farklı bir rota oluşturdum kendime. Coğrafi olarak adeta birbirini tamamlayan ve Türklere vize uygulamasını son yıllarda değiştiren 3 ülkeyi gözüme kestirdim.
Doğanın binbir rengi, halen varlığını sürdüren kabile yaşamları, doğal yaşam parkları ile Afrika’yı doyasıya hissedebileceğiniz bir üçgen oluşturuyor Zimbabve, Zambiya ve Botsvana. Birbirine komşu bu 3 ülkenin coğrafi konumu Afrika’yı doyasıya yaşamanız için geniş imkanlar sunuyor. Dünyanın en büyük şelalesi ünvanını taşıyan Viktorya Şelalesi’nin Zimbabve ve Zambiya topraklarına yayılan yapısı da bu bölgeyi daha ilgi çekici kılıyor.
Afrika’nın Sıcak Kalbi, Zimbabve …
Türk Hava Yolları, Zimbabve’nin başkenti Harare’ye direkt uçuyor fakat ben Viktoria Falls şehrine gitmek istediğim için yine Türk Hava Yolları ile ilk önce Johannesburg’a oradan da Güney Afrika Havayolları ile yaptığım bir uçuşu tercih ettim. Sürekli seyahat edenler için Star Alliance üyesi bir havayolu ile uçmak hem mil biriktirmek hem de havaalanı lounge olanaklarından yararlanmak için daha tercih sebebi oluyor. Ömrünün büyük bölümünü seyahat ederek geçiren benim gibiler için ise artık vazgeçilmez oluyor.
Tarihi dokusunu koruyan oteller bana her zaman daha ilgi çekici gelmiştir. Bu sebeble Zimbabve’de Viktoria Falls Hotel’i tercih ettim. Bugün dünyanın önde gelen lüks oteller birliği LHW’nin bir üyesi olan otel, 1904 yılında İngilizler tarafından Cape-to-Kahire demiryolundaki işçiler için barınma yeri olarak yaptırılmış. Otel olarak ise 1970 yılından sonra kullanılmaya başlanmış. Yüzyılı aşkın tarihi ve kaliteli hizmeti ile bugün dünyanın sayılı otelleri arasında yer alıyor. Otelin konumuna hayran kalmamak mümkün değil. Yemyeşil bahçesinde çayınızı yudumlarken dünyanın en büyük şelalesinin 110 metre yükseklikten dökülürken oluşturduğu görkemli manzarayı izleyebiliyorsunuz.
Otelden şelaleye 10 – 15 dakikada yürüyerek ulaşabiliyorsunuz aslında. Fakat yerel rehberim doğal yaşam parkının içinden geçmek zorunda olduğumuz için özellikle izin vermedi. Viktorya Şelaleleri Ulusal Parkı içinde yer alan şelaleye varmadan her an vahşi bir hayvan ile burun buruna gelme olasılığınız var çünkü. Sokaklara yayılan hırsız babunlar da cabası. Ulusal parkın içinde şelaleyi farklı açılardan görebilmeniz için patika yollar ve seyir noktaları bulunuyor. Ben, suların çok yüksek olduğu dönemde ziyaret etmedim ama üzerinize yağmurluk giymenizde fayda var. Özellikle en son noktaya kadar gidecekseniz su yoğunluğu giderek artıyor, hatta bazı dönemlerde patika yol ve köprülerde sular birikebiliyormuş. Bu sebeble altı kaymayan bir çizme de oldukça iş görecektir.
Üzerinden hiç kalkmayan gök kuşağı ile Viktorya Şelaleleri gerçekten gördüğüm en görkemli doğal oluşumlardan biri. Bu doğa harikasını her yönden deneyimlemek isterseniz mutlaka bir helikopter gezisi yapın derim. Zambezi nehrinin kıvrımlarını, şelalenin oluşturduğu su buharının görkemini ve gök kuşağını en güzel bu şekilde görebiliyorsunuz. Eğer biraz uzun bir uçuş alırsanız, helikopter biraz alçalarak doğal yaşam parkı içine yaklaşıyor ve vahşi hayvanları da gözleme olanağı buluyorsunuz.
Zimbabve’de yapmadan dönerseniz pişman olacağınızı düşündüğüm bir başka aktivite de Zambezi Nehri üzerinde gün batımında düzenlenen tekne gezileri… Akşam üzeri iki saat süren bu gezi esnasında hipopotamları, timsahları, filleri, vahşi kuşları gözlemleyebiliyorsunuz. Bir yanınızda Zimbabve bir yanınızda Zambiya kıyıları gün batımında süzülürken sınırsız kokteyl, içki ve atıştırmalıklar da bu keyifli yolculuğa eşlik ediyor. İkramlar arasında timsah etinden yapılmış köfte bile vardı.
Gezileri birkaç firma düzenliyor, bütçenize göre isterseniz içecek hariç sadece tekne gezisi olarak da yapabiliyorsunuz. Gökyüzünün kızıla dönen renkleri, doğanın dinginliği sizi bir an olsun üzerinizdeki şehir stresinden uzaklaştırıyor. İnternetin çekmiyor oluşu da bu geziyi kaçınılmaz bir huzura dönüştürüyor.
Güvenli Ve Dost Canlısı Zambiya …
Afrika ülkelerinin bir çoğu Türkler için kapı vizesi uygulamasına geçerek bizlere daha rahat bir seyahat olanağı sağladı. Bunu fırsat bilerek Zambiya’ya geçmeye karar verdim. Eğer Zambiya’da konaklayacaksanız farklı, sadece günü birlik ziyaret yapacaksanız farklı bir vize ücreti ödüyorsunuz. Kaldığım otelden Mosi Oa Tunya Ulusal Parkı’na geçişim, pasaport kontrolü dahil yaklaşık 45 dakika sürdü.
“Mosi Oa Tunya” yerli dilinde “Gürleyen Duman” anlamına geliyor. İskoç misyoner David Livingstone’un 1855 yılında ülkeyi ziyaret edinceye kadar şelaleler yerli dilinde bu adla anılıyormuş. Bu tarihten sonra Kraliçe Viktorya’nın anısına bugünkü adıyla Viktorya Şelaleleri olarak anılmaya başlanmış. Unesco Dünya Mirası listesinde yer alan şelaleleri bir de Zambiya tarafından ziyaret ettim. Benim gibi bir doğa aşığı iseniz böylesine görkemli bir doğa harikasını her yönüyle deneyimleme fırsatını kaçırmak istemeyeceksiniz. Zambezi Nehri, Zimbabve ve Zambiya arasındaki sınırı oluşturuyor. Viktoriya Şelaleleri de iki ülkeye yayılmış durumda. Zambiya ziyaretim ile iki ülke tarafından da şelaleyi gözlemlemiş oldum. Yerel rehberlerle konuştuğumda her ülke kendi tarafını daha seyre değer buluyor. Elbette iki tarafın da ayrı güzelliği var. Bir kere zaten başlı başına muhteşem bir doğa harikası. Eğer tek ülkeyi ziyaret etme şansınız var ise ben, Zimbabve tarafını öneririm. Çünkü şelalenin en uzun bölümü Zimbabve tarafında yer alıyor. Ama ziyaretiniz suların biraz alçak olduğu dönemde ise Zambiya tarafında yer alan Devil’s Pool yani Şeytanın havuzu da görülmeye değer… Şelalenin hemen üzerinde yer alan bu su havuzlarında yüzmek dünyanın hiçbir yerinde yaşayamayacağınız bir deneyim.
Viktorya Şelaleri’ni doyasıya gezdikten sonra ulusal parka 10-15 dakika uzaklıktaki Livingston Müzesi’ni ziyaret etmenin hoş olabileceğini düşündüm. Misyoner David Livingston’a ait eşyalar da dahil olmak üzere tarih öncesinden günümüze yerel eşyalar ve canlandırmalar yer alıyor müzede. İlginize göre bir-iki saatlik zaman ayırmanız yeterli olabilir. Özellikle tarih öncesi canlandırmalarını çok başarılı buldum.
Müzeden sonra biraz sokaklarda dolanmak istedim. Zambiya, Afrika ülkeleri içerisinde en güvenlilerinden biri diyebilirim. Ülkenin sloganı zaten “Gerçek ve Güvenli Afrika”. Yanyana sıralanmış Afrika’ya özgü hediyelik eşyalar alabileceğiniz bir sürü dükkan var. Pazarlık yapabiliyorsunuz ama fiyatlar zaten oldukça uygun. Özellikle ahşap el yapımı tabak çanak seviyorsanız bu dükkanlarda bolca bulabiliyorsunuz.
Zamanın nasıl ilerlediğini anlamadan geçirdiğim bu keyifli günü bir İngiliz geleneği olan high tea ile taçlandırmak istedim. Koloniyel dönemin etkisi ile bugün halen bir çok Afrika ülkesinde İngiliz geleneklerinin devam ettiğini görebiliyorsunuz. Zambiya tarafında konaklamak isterseniz önereceğim en güzel otel, The Royal Livingstone… Ben de high tea için bu oteli tercih ettim. Zengin menüsünün yanı sıra garsonların asil sunumları, koloniyel mimarinin sıcaklığını tamamlayan güzel bir gün batımı hoş bir akşam üzeri geçirmem için gereken tüm koşulları fazlasıyla sundu. Koloniyel tarzda bir mimariye sahip, 2001 yılında açılmış bu otel, Zambezi Nehri kıyısında yer alıyor. Otelin seyirlik terası, hem gün batımını hem de Viktorya Şelalelerinden yükselen su buharlarını izlemek için çok keyifli. Otelin bahçesinde sanki gündelik yaşantının bir parçasıymışcasına otlayan zebralar da nasıl bir doğanın içinde olduğunuzu bir kez daha hissettiriyor.
Yoğun geçirdiğim Zimbabve ve Zambiya gezimin son gününü biraz dinlenerek geçirdikten sonra akşamı bir “Boma dinner” ile zenginleştirmek istedim. Afrika’ya özgü bu akşam yemeği, genellikle açık havada kurulan görkemli bir barbekü büfesi şeklinde oluyor. Ben daha önce sadece bize özel düzenlenen bir yemeğe katılmıştım. Yemek esnasında yerel dansçılar ve müzisyenler bizlere güzel bir gösteri sunmuştu. Yerel dokuyu doyasıya hissettiğimiz oldukça keyifli bir geceydi. Bu akşam gittiğimiz ise farklı farklı ülkelerden gelmiş, herkese açık olarak düzenlenen bir yemekti. Girişte herkese pareoya benzer kumaş parçaları verdiler, kadın ve erkeklere farklı şekillerde bağlama usulleri gösterilerek gece boyunca taşımamızı rica ettiler. Sonrasında yerel kostümler giymiş bir garson bizi karşıladı ve öncelikle açık büfeyi tanıttı. Açık büfede zengin et çeşitlerinin yanısıra mopani solucanı gibi enteresan yerel tatlar da yok değildi. Sonra yerimizi gösterdi ve minik minik kadehlerde biraya benzer bir içki servisi yaptı, sonra ellerimizi yıkamamız için geniş kaplar getirdi. Bu seromoni insanda keyifli bir tat bırakıyor açıkçası. Gece boyunca yerel kostümlü dansçıların, müzisyenlerin showları devam etti. Hatta tüm misafirler de zaman zaman bongo çalarak, dans ederek gecenin doyasıya tadını çıkartabiliyor. Ben bu geceye tüm gezim boyunca bana oldukça keyifli bilgiler veren yerel rehberimi davet etmiştim. Tüm Afrika sıcaklığı ile bana eşlik etti, birlikte bongo çaldık, Afrika müziklerinin ritimleriyle bir ara dans pistinde süzüldüğümüzü bile hatırlıyorum.
Afrika’nın gizli cenneti Botsvana …
Afrika’yı en çok da safari için seviyorum desem yeridir. Gün doğmadan kalkıp belgesellerden izlediğimiz yaban hayatı yakından gözlemlemek insanın içine müthiş bir heyecan veriyor. Doğa karşısında nasıl da savunmasız olduğumuzu, bu savunmasızlığın aslında tüm canlılar için geçerli olduğunu anlamak, doğanın dinginleştirici gücü ile de birleşince insanın içinde müthiş bir canlılık duygusu yaratıyor.
Zimbabve ile Botsvana arası yaklaşık bir buçuk, iki saat sürüyor. Türklere vize uygulaması yok, rahatlıkla geçişimizi yapıyoruz. Ülkeye girerken çok garip bir uygulama yapılıyor. Herkesin aracından inip, minik teneke bir leğenin içerisine konulan ilaçlı suda ayakkabılarının altını temizlemesi isteniyor. Kimbilir kaç günde bir değiştirilen ve kullanılmaktan iyice kararmış lehenin içindeki bez parçasına baktıkça güler misiniz şaşırır mısınız bilemem ama bana oldukça eğlenceli geldi.
Etrafı yemyeşil yoldan otelimize doğru ilerlerken insanın içinden sabah erken kalkıp şöyle bir doğa yürüyüşü yapmak geçiyor. Rehberimize danışıyorum, aman sakın diyor. Daha dün sabah arabasıyla evine doğru giderken yolda karşıdan karşıya geçen bir aslan ailesi ile karşılaşmış. İşte o an, onların doğal yaşam ortamında aslında bizlerin misafir olduğumuzu anladım. İşte burada savunmasız olan bizleriz.
Afrika’nın en çok hayvan çeşitliliği olan Chobe Milli Parkı ile Botsvana, safari severlerin gözdesi… Fakat Botsvana’daki sınırlı konaklama kapasitesi nedeniyle gezinizi çok öncesinde planlamanız gerekiyor. Chobe Game Lodge, hem beş yıldızlı hizmeti hem de milli parkın içinde yer alan konumu sebebiyle benim tercihim oldu. Zaten Chobe Milli Parkı’nın içinde yer alan tek otel… Sabah safarisinden sonra otelde gün boyunca keyif yaparken nehre su içmeye gelen hayvanları izleme olanağı bulabiliyorsunuz.
Botsvana’nın, Afrika’nın diğer ülkelerine göre avantajı, safariyi hem kara hem de nehir safarisi olmak üzere iki şekilde yapabiliyor oluşunuz. Nehir safarisinde ağırlıklı olarak hipopotamları, timsahları, nehir kenarına su içmeye gelen diğer hayvanları görebiliyorsunuz. Ben ilk olarak tekne safarisi yapmak istedim, çünkü daha önce hiç yapmamıştım. Teknemiz yola çıktığında rangerımız karşı kıyıyı işaret ederek orasının Namibya toprakları olduğunu söyledi. Aynı nehir üzerinde küçük bir ada parçasının karşı kıyısında bir başka tekne ile safariye çıkmış kişiler farklı bir ülke topraklarında seyrediyorlar aslında. Böylesine huzur ve barış ortamı içimi ısıttı bir anda, keşke tüm dünya ülkeleri arasında geçişler bu kadar huzurlu olsa…
Teknemiz ana karadan kopmuş ama yemyeşil otlarla kaplı küçük adalara usulca yaklaşıyor. Dingin bir şekilde otlayan bufolalar, az ilerisinde bir kudu, biraz daha ötesinde ise hipopotamlar… Doğanın ortasında olmak hiç bu kadar keyifli olmamıştı. Teknemiz o kadar yanaşıyor ki hayvanların otlarken çıkardığı sesleri gayet net duyabiliyoruz. Biraz daha ilerlediğimizde hipopotam ailesi kendi aralarında şakalaşıyor, birbirleri üzerine sıçrıyor. Nehir safarisi, kara safarisinden gerçekten çok farklı. Burada suyun dinlendirici etkisi çok hissediliyor.
Kara safarisini günün ilk ışıkları ile yapmayı seçiyorum. Güneşin ışıkları, yüzüme vuran buz gibi rüzgar ile karışarak müthiş bir huzurun içime kadar işlemesini sağlıyor. İnsan, Afrika’da yaşamı daha çok kavrıyor, daha çok hissediyor. Şükran duygusu tüm hücrelerine kadar yayılıyor. Rangerın telsizinden gelen bilgiler doğrultusunda önce aslanların sonra fillerin peşinden gidiyoruz. Zürafalar, zebralar her yerde.. Benim gittiğim dönem impalaların yavrulama dönemine çok yakınmış, yılda sadece bir defa doğum yapan impalaların minik yavruları öyle çoktu ki daha önce hiç bu kadar küçük impala sürüsü görmemiştim.
Afrika, beni bir kez daha yüreğimden vurdu, bu coğrafyaya daha kimbilir kaç kez geleceğimi düşündükçe huzur buluyorum.
Günnur Gündüz Ayar
Gentleman Dergisi / Mart 2017 sayısı
@nuruseyyah