Yerli dili Maorice adı “Aotearoa” yani “Uzun Beyaz Bulutların Ülkesi” olan, Yeni Zelanda’da yaşam, huzurlu ve dingin, sanki zaman bu ülkede farklı ilerliyor. İnsanı büyüleyen doğasının yanı sıra genel olarak sıcak ve nazik insanlardan oluşan halkı da buna büyük bir etken. Bireysel hak ve özgürlüklerin en iyi olduğu, eğitim ve sanata desteğin en yoğun olduğu ülkeler arasında yer alan Yeni Zelanda’da herhangi bir sebeple hayvanlar üzerinde test yapılması yasak. Doğanın yanısıra hayvanlara karşı da son derece korumacı ve titiz yaklaşan ülkenin nükleer herhangi bir madde taşıyan gemilerin limanlarına dahi yaklaşması yasak. Her yıl dünyanın yaşanılacak en iyi ülkelerinden biri seçilmesi gerçekten hiç boşuna değil. Ülke nüfusunun çoğunluğu Avrupa kökenli olsa da yerli halk Maoriler hiç azınsanmayacak bir yere sahip. 4 milyon nüfusa sahip ülkenin %15 ini oluşturuyorlar. Ülkenin ulusal simgesi, yine bu topraklarda yaşayan, nesli tükenmekte olan ve uçamayan Kivi kuşu. Hatta Yeni Zelanda’lılar kendilerini Kivi olarak adlandırıyorlar.
Yeni Zelanda ziyaretimi Avustralya ile birleştirdiğim için Melbourne üzerinden Queenstown’a geçerek ülkeye giriş yaptım. Belgesellere konu olan sınır güvenliği prosedürleri gerçekten çok titiz olarak uygulanıyor. Ülkeye kesinlikle hiçbir yiyecek – içecek maddesi sokmanıza izin verilmiyor. Çiçek, bitki, toprak gibi daha ileri düzeyde bir malzeme girişini hiç saymıyorum bile. Girişte ayakkabılarınızda toprak var mı diye kontrol ediyorlar. Çünkü bu, ekolojik dengesini bozacak herhangi bir canlının ülkeye girmesi ve benzersiz doğal yaşamını tehdit etmesi demek. Doğası bu kadar korunup, özen gösterilen başka bir ülke görmemiştim. Ülkeye girmeden mutlaka bu bilgileri edinip kurallara uygun hareket etmenizi öneriyorum. Yoksa sınırda uzunca bir süre bekletilerek sorguya çekilebilirsiniz. Hatta sınırdışı edilmeniz bile olası.
Queenstown, Wakatipu Buzul gölünün kıyısına kurulmuş etrafı dağlarla çevrili, ülkenin önemli şehirlerinden biri. Adrenalin tutkunları için ise bir cennet. Skydiving, paragliding, bungee jumping gibi bir çok farklı aktiviteyi yapmaya imkan tanıyor. Ayrıca doğa yürüyüşleri, su sporları, kaya tırmanışı, kışın kayak ve snowboard gibi bir çok sporları da yapabileceğiniz harika bir doğası bulunuyor.
Bütün bu adrenalin aktivitelerine rağmen şehir, müthiş bir huzur duygusu veriyor insana. Aslında şehirden ziyade küçük bir balıkçı kasabası görünümünde Queenstown. Şehrin kalbi gölün etrafında atıyor. Birbirine paralel 4-5 caddeden oluşan bu sevimli kasaba, balık restoranları bakımından da oldukça zengin. Şehirde göl manzaralı irili ufaklı bir çok otel ve pansiyon bulunuyor ama özellikle göl manzaralı bir oda istiyorsanız aylar öncesinden rezervasyon yaptırmanız gerekiyor ya da çok şanslı olmanız. Şehri mutlaka tepeden görmenizi öneririm. Teleferik ile kolayca çıkabiliyorsunuz. Burada hoş bir tesis bulunuyor. Özellikle akşamüzeri saatine denk getirirseniz günbatımına karşı bir yemek yemek veya bir şeyler içmek oldukça keyifli olacaktır.
Gezginler tarafından dünyanın en çok ziyaret edilmesi hedeflenen yerlerin başında gelen Milford Sound fiyordu, Queenstown’a yakın. Yeni Zelanda’nın en büyük ulusal parkı Fiordland Ulusal Park’ı içerisinde yer alan Milford Sound’a oldukça etkileyici manzaralar eşliğinde, beş altı saatlik bir kara yolculuğu ile ulaşabiliyorsunuz. Yolculuk esnasında, adını kıyısında bulunduğu gölden alan Te Anau kasabası, berraklığı ve dinginliği ile ayna etkisi yaratan Mirror Lake ( Ayna Gölü ) mutlaka mola verilmesi gereken noktalar diyebilirim. Bu keyili yolculuğun özellikle son bir saatlik bölümünde fotoğraf makinası elinizden düşmüyor. Harika manzaralar eşliğinde limana geldiğinizde Milford Sound’u keşfetmek üzere irili ufaklı bir çok tekne firması bulunduğunu göreceksiniz. Ben özellikle butik ve küçük bir tekneyi tercih ettim. Böylece kıyılara daha çok yanaşıp, daha içlere doğru bir gezi yapabilme olanağı buldum. Milford Sound, Yeni Zelanda’nın muhteşem doğasını anlatırken kelimelerin gerçekten kifayetsiz kaldığı bir bölgesi. Fiyordun masmavi sular, şelaleler, dik yamaçlar ile dansına penguenler, fok balıkları, yunuslar ve hatta kambur balinalar eşlik ediyor. Ben dönem itibariyle sadece fok balıklarını görebildim ama gördüğüm manzaraların keyfi halen damağımda kaldı diyebilirim. Aslında Milford Sound’a hem geliş hem de dönüşte pervaneli uçak veya helikopterleri kullanabiliyorsunuz. Fakat bu, özellikle geliş yolundaki muhteşem noktaları kaçırmanız demekki bence onca yolu gelmişken en azından bir yönü kara yolu ile yapın derim. Ben dönüşümü Air Milford’a ait pervaneli bir uçak ile yaptım. Karlı dağların arasında aniden beliren masmavi buzul göllerini, yemyeşil dik yamaçların masmavi deniz ile buluşmasını, elinizle tutacakmışsınız gibi yaklaştığınız bulutları gökyüzünün içinde süzülerek görmek harika bir deneyimdi.
Queenstown’dan sonra programıma Yeni Zelanda’nın en büyük ikinci şehri Christchurch ile devam ettim. Yemyeşil parkları ve bahçeleriyle ünlü şehrin içinden geçen Avon Nehri, şehre ayrı bir güzellik katıyor. Fakat 2010 ve 2012 yılları arasında ardarda meydana gelen büyük depremler şehrin tüm mimari yapısını bozmuş. Tipik bir İngiliz kentine benzetilen şehir, bugün yavaş yavaş depremin izlerini silmeye devam etsede ciddi bir hasar almış. Eskiden yapıların olduğunu tahmin ettiğim cadde üzerindeki boşluklar insanın içine işliyor. Şehirdeki en ilginç yapı ise depremde ciddi hasar alan katedralin yerine yapılan Karton Katedral. Evet yanlış duymadınız, şehrin ortasında yer alan görkemli Christchurch Katedrali’nin onarımı süresince kullanılmak üzere kartondan bir Katedral inşaa etmişler. Ünlü botanik bahçelerinin yanı sıra Chritschurch’de mutlaka uğramanızı önereceğim bir diğer yer ise Uluslararası Antartika Merkezi. Antartika’daki yaban hayat ve bitki sistemlerinin, kıtanın dünya üzerindeki etkilerinin anlatıldığı merkezde penguenleri de görebiliyorsunuz. En etkilendiğim bölümü ise özel kostümler giyerek Antartika’da olma deneyimini size yaşattıkları kar ve fırtına odası.
Chritschurch gezimi kısa tutarak, Yeni Zelanda’nın biraz daha kırsal bölgesini deneyimlemek üzere Rotorua’ya geçtim. Adını kıyısına kurulduğu krater gölünden alan Rotorua, Maori kültürünün en köklü olduğu yerlerden biri. Artık sayıları giderek azalan Maori geleneklerini yaşatan köyleri, Rotorua’da ziyaret edebiliyorsunuz. Karşılama ritüellerinden, yerel danslarına, yaşama biçimlerinden yemeklerine kadar farklı bir kültürü deneyimleyebileceğiniz turistlere özel köyler bulunuyor. Tercihen en büyüğünü seçmenizi öneririm. Rotorua ayrıca gayzerleri ve kaplıcaları ile ünlü. Şehre girer girmez bir sülfür kokusu burnunuza geliyor ama biraz geçtikten sonra alışıyorsunuz. Benim seçtiğim Maori köyünde bu gayzerleri yakından izleme olanağı vardı. Ayrıca Kivi kuşlarının olduğu küçük bir hayvanat bahçesi de bulunuyordu.
Tarım ve hayvancılığı dünyaca ünlü Yeni Zelanda’da bir çiftliği ziyaret etmek istiyorsanız en ideal yerlerden biri Agrodome Çiftlik Evi. Rotorua’ya on dakika uzaklıktaki 350 dönümlük bir araziye kurulu çiftlikteki koyun, sığır, devekuşu, geyik gibi hayvanları elinizle besleyebiliyor, meyve bahçelerini gezebiliyorsunuz. 19 farklı ırk koyun ve onları düzene sokan çoban köpeklerinin yer aldığı showda koyunların nasıl hızlı kırpıldıkları görünce şaşırmamak elde değil.
Rotorua’da yapacağınız aktivitelerden bir diğeri ise göldeki teknelerde alacağınız öğle yemeği. Hava çok sıcak olduğu için ben bu yemek yerine gayzerleri ve gölü kuş bakışı görebileceğim bir helikopter gezisini tercih ettim.
Rotorua’ya kadar her şehre Air Newzealand iç hat uçuşu ile geçişimi yapmıştım. Auckland’a geçerken ise karayolunu tercih ederek yol üzerinde dünyanın en sıradışı yerlerinden biri kabul edilen Waitomo Mağaraları’nı ziyaret edeyim istedim. Sivrisinek boyutunda mavi ve yeşil renkli ışıklar çıkartan Yeni Zelanda’ya özgü canlıların bulunduğu Yıldız Kurdu Mağarası’nın içinde tekne ile bir gezinti yapmak oldukça heyecan vericiydi. Tekne mağaranın derinlerine doğru ilerleyip, günışığı iyice kaybolup zifir karanlığa ulaştığımızda bu ateş böceğine benzer canlıların çıkardığı ışıklar mağara duvarlarında olağanüstü bir atmosfer yarattı. Sanki uzayın derinliklerinde kaybolmuş ve yıldızların arasında geziyormuşum hissi yaratan bu deneyim, yaşamımın en önemli anları arasında yer alacak diyebilirim.
Bu olağandışı gezinin ardından yine kara yolu ile Auckland’a doğru yolculuğum devam etti.
Her yıl, yeni yıla ilk giren ülke görüntüleri arasında yer alan Auckland Sky Tower’daki havai fişek gösterisini bizzat yaşama isteği ile ziyaretimi özellikle yıl sonuna denk getirmiştim. Güney Yarımkürenin en yüksek yapılarından biri kabul edilen kulenin tepesinde dönen bir restoran var. Yemek yemeseniz bile şehir manzarasını izleyebileceğiniz ayrı bir gözlem bölümü de bulunuyor. Yılbaşı gecesi yemeğimi bu kuledeki restoranda aldıktan sonra kuleyi ve havai fişek gösterisini izleyebileceğim bir başka mekana geçtim. Zaten güvenlik sebebiyle havai fişek gösterisi başlamadan ve gece yarısı olmadan tüm kuleyi boşaltıyorlar. Bulunduğum mekandaki dünyanın farklı ülkelerinden gelmiş bir çok turist gibi ben de ömrümde en az bir kere bile olsa dünyada yeni yıla ilk kez girme fırsatını böylece yakalamış oldum.
Günnur Gündüz Ayar
@nuruseyyah